16 Aralık 2013 Pazartesi

Her ne kadar 'itiraf' sözcük anlamıyla başkalarınca bilinmesinde sakınca görülen gerçekleri gizlemekten vazgeçme söylemi olarak tanımlansa da, bunun yeterli bir tanım olduğu söylenemez. Kimi durumlarda yaşanılan pişmanlıklardan, kimi zaman çaresizlikten ya da mecburiyetten ya da uygulanan fiziki işkencelere dayanamayarak itiraflarda bulunulur. Ancak bütün bu itirafların ifade edildiği biçimiyle olmadığını da belirtmek gerekir.

Tarih boyunca despotların ve hükümranların pis, karanlık dünyalarında yaşananların ve olup bitenlerin itirafları hep benzer olmuştur. Kirli emellerini ve sahte yüzlerini gizlemek için gerçekleri çarpıtarak yapmışlardır. Ancak, bunlar beyhude çabalardan öteye gitmemiştir. Her defasında gerçeğin çarpıtılamayacağını tarih bizlere göstermiştir. Tarihte bunların sayısız örneklerini görmek mümkündür. Ancak, bizim üzerinde durmamız gereken günümüzde yaşanan gerçekleri anlama yönünde olmalıdır. 

İletişim teknolojisindeki gelişmenin bilgi çağını başlattığı doğrudur. Bu açıdan bakıldığında herhangi bir sorun yoktur. Lakin, bunun kimin elinde ve nasıl kullanıldığıyla ilgilidir. Bundan dolayı aslında yaşanan, gerçekte bir anlamda bir iletişimsizliktir de. Bilgi çağında, bilgi, iktidarını ortaya çıkarmakta ve güçlendirmektedir. Egemenin ideolojisi ve elbette onun yönlendirici terörüyle, ahlaksızlığın yükselen kesintisinde, insani kriterlerin her alanda rafa kaldırılarak, her şeyin zincire vurulduğu böylesi karanlık tabloda, 'neden?' diye soran, eleştiren, itiraz eden, 'hayır!' diyen insanlar tutuklanmakta ve namlunun ucunda olmaktadır. Böylelikle egemenlerin topluma ve bireye enjekte ettiği öznel idealizmle, insanlık, toplumsallığını yitirmenin eşiğine getirilmiştir. Michel Foucault'un deyimiyle 'Karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir. Bireyselleştirerek kontrol altında tutmak ve cezalandırarak da egemen olmak istemektedir, iktidar her yerdedir ve modern iktidar büyük gözaltıdır.' Kapitalist iktidarın bu büyük gözaltısı ile yabancılaştırılan milyonların maymunlaştırıldığı, köleleştirildiği bir sistem ile yalan imparatorlukları kurulmakta ve egemenliklerini her anlamda sürdürmektedirler.

Toplumun ve bireyin üzerinde uygulananı sadece bu kültür emperyalizmi ile tanımlamak, kuşkusuz yeterli olmayacaktır. Kültür emperyalizmi kavramının yanına kültür endüstrisi ve onun asli unsuru olan 'egemen medya düzeni'ni, baskılarını da eklemek gerekir. Herbert Schiller'e göre 'medya iletişim düzeni, uluslararası sermaye gruplarının küresel hegemonyalarının ifadesinden başka bir şey değildir.' Medya eliyle egemenler, kendi ideolojilerini yaygınlaştırmakla kalmayıp sömürülerini daha kolay ve kabul görecek bir tarzda sürdürebilmek için gerçekleri saptırarak ve gizleyerek bütün insanlık değerleriyle oynamakta, bu temelde bireylerin duygu, düşünce ve inançlarını etkileyerek onları adeta robotlaştırmaktadırlar.Egemenlerin elinde bir canavara, bir savaş saldırı makinesine, bir yalan manipülasyon aracına dönüştürülen medya, bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp, tekelci sermaye iktidarlarının doğrudan baskı aygıtları olarak kullanılmaktadır. Çağımıza damgasını vuran bir medya ve onun en etkili aracı olan görüntü kültürünün tiranlığı ile gerçek dışı bilgi verme ya da yalanı gerçek gibi gösterme sanatının uzmanı olan kapitalist medta, bu anlamdaki rolünün gereğini her zamankinden daha fazla yerine getirmektedir. Bu egemen medya ile koşullandırılan insanlar 'budalalştırılarak', manipülasyon süreci tam istim çalışarak insani değerlerin erozyonuna yol açılarak, gerçeğe ve yaşama dair ne varsa yasadışı ilan ediliyor, terörize ediliyor ya da hiçleştiriliyor. Özü itibariyle, sistematik bir biçimde hiçleştiriliyor, bencilliği, bireyselliği geliştiriyor.. Tam da K. Marks'ın dediği gibi ' Kapitalizm, sermaye birikimine tekabül eden bir sefalet birikimi yaratır. Bu yüzden, bir kutupta servet birikimi, diğer kutupta, yani kendi ürününü sermaye şeklinde üreten sınıfın tarafında, sefaletin, yorgunluğun ve bezginliğin, köleliliğin, bilgisizliğin, zalimliğin, akli yozlaşmanın birikimi ile aynı zamanda olur.' Günümüzde tüm çıplaklığıyla yaşanan bu gerçekliği ters-yüz etme çabaları bütün araçları ve güçleriyle egemenler tarafından yürütülmektedir. Ama, 'güneş balçıkla sıvanmaz...'

4 Eylül 2013 Çarşamba

31 Ağustos 2013 Cumartesi

MORS ALFABESİ

Bir süredir mors alfabesine sarmış bulunmaktaydım, harfler, sayılar falan filan derken geçen gün Beşiktaş-Tromso maçında tribünlerdeki flaş gösterisinde şüpheye düştüm. Acaba diğerleri de benim gibi mor alfabesiyle takıma sessiz, görsel destek veriyorlar mıydı? Düşünsenize tribünlerde bir yandan da mors alfabesiyle de marşlarımızı söylediğimizi, tam bir görsel şölen olurdu. Yine hayal dünyasına çok daldık, kaybolmadan çıkalım. Ama yine de;
 ... . ...- . -- . --.. -.- .. -- ... . ... . -... -... . -... -- ... . ...- -.. .. .. -- -.- .- -.. .- .-.



Mors Alfabesine gelecek olursak, bulunuşu,tarihsel gelişimine girmeden sadece alfabe ve nasıl kullanıldığına değinmek daha güzel olur burada.

Öncelikle mors alfabesinde iki temel sesimiz vardır, bir kısa bir de uzun klik sesidir bunlar. Duyduğumuz bu klik seslerini kağıda döktüğümüz zaman karşılığındaki harfleri bularak cümleleri anlayabiliriz. Aşağıda iki şekilde harflerin karşılığını göreceğiz. Birincisi, harita üzerinden duyduğumuz sese göre takip ederek karşılığındaki harfi bulacağız.


Öncelikle üstteki boş noktadan başlıyoruz ve daha sonra duyduğumuz sinyalin uzunluğuna göre alt kademeye iniyoruz. Eğer sinyal kısa ise önce aşağı sonra sola ilerliyoruz, eğer sinyal uzun ise önce aşağı sonra sağa doğru ilerliyoruz.

Mesela bir kısa iki uzun sinyal aldık, ilk kısa sinyali duyduğumuz için önce aşağı ve sola ilerliyoruz yani E harfine geldik. Daha sonra uzun sinyal duyduğumuzdan aşağı ve sağa ilerliyoruz bu sefer, peşinden bir kez daha uzun sinyal olduğundan aynı işlemi tekrarlıyoruz ve böylece W harfine ulaşmış bulunuyoruz.

Eğer bu yöntemi zevkli ve basit bulmadıysanız diğer yöntem, daha doğrusu bir yöntem denilemez, ise tablolanmış halidir.

A  .-                                   N -.                                     0 -----
B  -...                                  O ---                                    1 .----
C  -.-.                                    P .--.                                    2 ..---
 D -..                                      Q --.-                                   3 ...--
E .                                         R .-.                                     4 ....-
F ..-.                                      S ...                                     5 .....
G --.                                     T -                                       6 -....
H ....                                    U ..-                                     7 --...
I  ..                                      V ...                                     8 ---..
J .---                                  W .--                                    9 ----.
K -.-                                  X  -..-                            Nokta .-.-.-
L .-..                                  Y -.--                             Virgül --..--
M --                                   Z --..                      Soru İşareti ..--..


-.-. --- -.-      ... . ...- -.. .. -.-       -... .     .- -... ..

23 Temmuz 2013 Salı

YERYÜZÜNÜ GÜZELLEŞTİRMEK İÇİN DÜNYAYA GELEN FUTBOLCU

LASZLO KUBALA






" O, Pele'den daha iyiydi. Sahada her zaman olması gereken yerde bulunur, iki ayağını birden kullanabilir, topa bir çok forvetten daha iyi kafa vurabilir ve 90 dakika boyunca aynı performansı sahaya yansıtırdı.

                                                                                                                                    Alfredo Di Stefano

Aktif futbol yaşamı süresince 3 farklı milli takımın formasını giymeyi başarmış olan, futbolseverler tarafından Maradona'dan, Pele'den, Zico'dan, George Best'ten daha büyü futbolcu seçilen, Barcelona'ya hayat veren bir adam.

Kubala 10 Haziran 1927'de Slovak bir anne ile Macar bir baba tarafından Budapeşte'de dünyaya getirilmiştir. İşçi bir ailenin çocuğu olan Kubala, futbolla 10 yaşında okul takımında tanışabilmiştir. Fakat maddi sıkıntılar yüzünden 2 sene sonra okulunu bırakıp çalışmaya başlamak zorunda kalmıştır. Ancak o futbol o zamanlar hayatın her kesitinde yer alan bir heyecan olduğu için, çalıştığı fabrikanın da üçüncü ligde mücadele veren bir futbol takımı vardır. Ganz. 18 yaşına kadar Ganz forması giyen ve bu dönemde dikkatleri üzerine çekmeyi başaran Kubala genç milli takımlarda forma giymiştir. 18 yaşında dönemin Macar efsanesi olan Ferenvaros takımına transfer olur.

Ferenvaros takımında başarılı bir sezon geçirdikten sonra askerlik konusu yüzünden ülke dışına çıkmak zorunda kalmıştır. Dönem şartlarına göre oldukça yüksek bir ücretle Slaven Bratislava takımına transfer olmuştur. Fakat yeni takımında dikiş tutturamamıştır ve geçen iki yılın sonunda Macaristan'a geri dönmüştür. Ancak o dönmeden bir yıl öncesinde ülkesinde komünist devrim gerçekleşmiştir. Komünist rejimden hoşnut olmayan Kubala, bir kamyon arkasında Viyana'ya kaçmıştır. Lakin askerlikten kaçtığı ve ülkeyi izinsiz terkettiği için Macar futbol federasyonu tarafından ömür boyu men cezasına çarptırılır. 

Cezası yüzünden peşinden koşan çoğunluğu İtalyan takımı olan bir çok kulübün listesine girmesine rağmen sadece amatör olarak futbol yaşantısını sürdürebilmiştir bir süre. Daha sonra araya FİFA'nın girmesiyle cezası bir seneye düşürülmüştür. Bunun üzerine bir çok futbolsever tarafından halen yüzyılın en iyi takımları arasında gösterilen Torino teklif götürmüştür Kubala'ya. Kubala teklifi kabul etmiştir ve Benfica ile oynanacak karşılaşma için kafileye katılacağını söylemiştir. Ancak oğlunun rahatsızlanması üzerine son anda kafileye katılamamıştır. Bu olayda bir trajedi vardır, çünkü o katılamadığı kafilenin uçağı düşmüştür ve kazadan sağ çıkan olmamıştır, yüzyılın takımı vefat etmiştir.


Bu kötü olay sonrasında cezası halen devam eden Kubala kendisi gibi cezalı futbolcularla birlikte bir takım kurarak İtalya'da özel karşılaşmalar yaparlar. Hatta daha sonraları ülkedışına çıkarak Real Madrid, İspanya milli takımı gibi takımları yenerek Kubala iyice dikkatleri üzerine çekmiştir ve ilk olarak Real Madrid takımından teklif almıştır. Kubala bu teklife yanıt vermeyerek bekletmiştir, dönemin Real Madrid başkanı Santiago Bernabeu da transferin üzerine pek düşmemiştir. Diğer yandan da Barcelona da Real Madrid sempatizanı olan Genaral Franco ile yakın ilişkisi olan Jose Samitier'i devreye sokarak transferi bitirmek adına önemli adımlar atmıştır. Sonucunda da Kubala Barcelona'ya takım tarihinin en pahalı transferi olmuştur. Fakat Kubala için Barcelona ya da Real Madrid farketmiyordu.

Kubala Barcelona ile başarıdan başarıya koşmuştur. Bunun üzerine Franco devreye girerek Madrid'e Di Stefano, Gento ve Landeta'yı getirmiştir. Bunun üzerine Madrid arada yaptığı diğer önemli transferlerle lige 5 yıl ambargo koymuştur. Bunun üzerine bu sefer devreye Kubala girerek Kocsis, Czibor gibi isimlerin gelmesini sağlamıştır ve Barcelona Madrid ambargosunu kaldırmıştır.

Başarılarla dolu fulbolculuk kariyerinin ardından teknik adamlık görevine başlamıştır, Barcelona genç takımında. Daha sonraları Barcelona a takımı, Espanyol, Malaga, İspanya Milli Takımı ve Paraguay Milli Takımında teknik direktörlük yapıp bir çok başarı elde etmiştir.


1999 yılında Barcelona'nın yüzüncü yılında en iyi futbolcunun seçildiği, taraftarlar arasında yapılan ankette Maradona, Cruyff  ya da Rexach seçilebilmiştir. Anket sonucunda Kubala en iyi futbolcu seçilmiştir ve bunun sonucunda Nou Camp'a bir heykeli dikilmiştir.


2 Temmuz 2013 Salı

YÜZYILIN ŞAKASI !


Çoktandır bakamadığım sitelerde gezinirken gördüm, fakat inanamadım habere. Yüzyılın hatta insanoğlunun en büyük adımlarından biri olan Ay'a yapılan ilk insanlı yolculuk esnasında toplanan numuneler 40 yıldır kayıp bir şekilde bir depoda duruyorlarmış. Milyarlarca doların harcandığı böylesine büyük bir projede, nasıl böyle bir sorumsuzluğun yaşandığını hayretle okudum.

Haberin içeriği ise şu şekilde;

Apollo 11 görevinde Ay'a ayak basan ilk insan olan Neil Armstrong ve ekip arkadaşı Buzz Aldrin tarafından toplanan Ay tozu, 40 yıl sonra California'daki Lawrance Berkeley Ulusal Laboratuvarı'nın deposunda ortaya çıktı.

Laboratuvar yetkilisi Karen Nelson, yaptığı açıklamada, 'Ay tozunun nasıl depoya geldiğini bilmiyoruz ' ifadesini kullandı.

Space.com'un haberine göre, Nelson, depoda havası boşaltılmış paketler içinde tutulan 20 cam tüp bulduğunu, tüplerin yanında da 1971 yılında 'Proceedings of the Second Lunar Science Conference' dergisinde basılan bir makale yer aldığını belirtti. Makalede, tozların Apollo 11 ve Apollo 12 görevlerinde toplanan Ay tozu olduğu belirtiliyordu.

Makalenin yazarlarının California Üniversitesi'nin Uzay Bilimleri Laboratuvarı'na mensup akademisyenler olduğu belirtildi. Bu isimler arasında yer alan Nobel Ödüllü kimyager Melvin Calvin, Ay ortamının Dünyalı bakteriler tarafından, Dünya'nın ise astronotların dönüşünde Ay'ın olası zehirli içerikleri tarafından zehirlenmesini engellemek için çalışmıştı.(Alıntıdır.)




İÇİMİZ YANIYOR

PİSLİK TIRMALAYICILAR

Yirminci yüzyılın ilk on yılında Amerika'da ortaya çıkan, özel sektör ve siyaset dünyasındaki pislikleri toplumun bilgisine sunmayı sorumluluk edindikleri için 'pislik tırmalayıcıları', 'muckrakers', adı verilen gazeteciler kuşağı...

Pislik tırmalayacıları, türlü hilelerle karlarına kar katan petrol devlerini, bozuk ürün satarak halkın sağlığını bozan gıda ve ilaç tekellerini,borsa spekülatörlerini, ırk ayrımcılığını teşhir etmeyi gazeteciliğin 'sine qua non'u yani olmazsa olmazı olarak görüyorlar ve Amerika'yı uzun süre çalkalayan haberler yazıyorlar, gazetecilik bu dönemde en prestijli meslek konumundadır. Emperyalist bir güç olabilmenin gerekleri arasında ülke içindeki çelişkileri yumuşatmanın da bulunduğuna inanan 'ilerici' başkan Ted Roosevelt, muckraker gazetecilerin gün ışığına çıkardıkları skandallara duyarsız kalamıyor ve tekelleri dizginlemeye dönük düzenlemeleri yürürlüğe koyuyor. Pislik tırmalayıcılar döneminde basın, iktidarı frenleme ve ülke politikalarını biçimlendirme anlamında dördüncü kuvvet olarak ortaya çıkıyor. Demek ki, basının bir kuvvet olabilmesi için tekeller ve siyaset dünyasındaki pislikleri açığa vurması ve hepsinden önemlisi muhalif olması zorunludur.

Ara sonuç, patronu fabrikasını kurduğu için cam şişe kullanmanın yararlarını saymakla bitiremeyen medya kalemşorlarıyla, örneğin o dönemin en büyük petrol tekeli Standard Oil Company'nin çevirdiği dolapları yazan Ida M. Tarbell'in meslektaş olduğunu hayal etmek bile mümkün değildir.

Muckraker gazetecilerin sonu da oldukça öğreticidir. ABD'nin ilk büyük emperyalist açılımı olan I. Dünya Savaş'ına katılma kararını alan 'muhafazakar' başkan Woodrow Wilson, casusluk ve fitne yasalarını yürürlüğe koyuyor. İşçi örgütlerinden radikal gazetecilere, pasifistlere değin savaş karşıtı muhalefetin tamamı casusluk suçlamasıyla ve astronomik ceza istemleriyle karşı karşıya kalıyor. Tahmin edilebileceği gibi, casusluk suçlaması sadece bir örtüdür, gerçekte kriminalize edilen savaşa ve savaşı destekleyen tekellere karşı yürütülen bir muhalefettir. Amerika'da tekellerin iktidarı pekişirken, tekellerin skandallarını yazan gazeteciler kuşağı casusluk suçlamalarıyla eziliyor ve bir daha dirilmemek üzere ölüyor.

Amerikan tarihindeki bu epizotla, bugün Türkiye'de yaşadığımız olaylar arasındaki benzerlikler çarpıcıdır. Ülkemizde, bir yandan aydın muhalefeti terör yasalarıyla kriminalize edilirken, diğer yandan bütün geleceklerini islamo-despotik rejime bağlamış büyük sermayedarların özel mülkiyetindeki basın, iktidarın gönüllü kölesi olmaktan gayet memnun görünmektedir.


(-Şu Karayılan röportajlarını yasaklamamız gerekmez mi ? - Böyle saldırılar sonrasında bizden nasıl bir yayın yapmamızı talep ediyorsunuz? Bir gazeteci bunları soramaz, sormamalı!)

29 Haziran 2013 Cumartesi

ÖLÜMSÜZ DERBİ


KIZILYILDIZ-PARTİZAN


Bir dünya derbisi olmasının başlıca nedenlerinden biri Avrupa'nın Brezilya'sının derbisi olması, bir diğeri ise tarihinde yaşanan gerek siyasi gerek milli olayları.İki farklı kutubun takımlarıdır.

Kızılyıldız, İkinci Dünya Savaşı sırasında anti-faşist hareketin öncülerinden olan Slobodan Cosic ve Zoran Zujovic tarafından kurulmuştur. Sol haretlerin ana özelliğini sergileyerek gücünü halktan almaktadır. Partizan ise Nazi güçlerine karşı dayanmaya çalışan Yugoslav ordusunun desteklediği takımdır.

Kızılyıldız sol odaklı olmasına karşın savaş sonrasında sergilediği tutumla milliyetçi bir çizgiye kaymıştır.Partizan ise bu tutumunu Radovan Karadzic posteri açarak daha uç bir noktaya taşımıştır.

İlk kez 1947 yılında oynanan derbiyi Kızılyıldız deplasmanda 4-3 kazanmıştır. Oynanan 141 karşılaşmada Kızılyıldız 64 defa, Partizan ise 33 defa galip gelmiştir. 41 maç ise berabere bitmiştir.  Yugoslavya'nın yıkımına kadar Kızılyıldız'ın bariz üstünlüğüne karşın ülkenin dağılmasından sonra Partizan kulübü biraz daha atak bir görüntü çizmiştir. Hatta Partizan kulübünün, FIFA tarafından Ajax kulübünden sonra dünyanın en iyi ikinci altyapısına sahip olduğu belirtilmektedir.

18 Şubat 2013 Pazartesi

MILLWALL- WEST HAM UNITED

Futbola biraz ara vermiştik ve bir dünya derbisi ile bu araya bir son verelim.

Millwall-West Ham United denilince akıllara ilk olrak Green Street Hooligans filmi geliyor bir çoğumuzda. Bu film, Green Street adındaki, iki kulüp taraftarı arasında olan kavgaların gerçleştiği caddeden adını almaktadır.

Filmde de olduğu çok büyük boyutlara ulaşmış bir nefret ve şiddet söz konusudur iki takım taraftarları arasında. Bu kin ve nefret ise yaklaşık 100 yıllık bir tarihe sahiptir.

İki kulüp de köken açısından aynıdır, tersane sektörüne bağlıdırlar. İki rakip tersane, iki rakip takım ve iki rakip taraftar topluluğu ve de aynı zaman tersane işçisi topluluğu.

Peki nefretin sebebi ne?

Her şey 1920 yılında meydana gelen tersane sektöründeki krizden dolayı başlamıştır. Kriz yüzünden alacakları ödenmeyen tüm tersanelerin işçiler greve başlamıştır. Ancak aralarından bir grup gizliden gizliye işverenlerle masaya oturarak anlaşmaya varmıştır. Bu işçi grubu Millwall Tersanesine aittir.Bunun üzerine greve devam eden diğer tersane işçileri, anlaşmaya varan Millwall işçilerine karşı eylemler gerçekleştirmiştir.

Bu durum karşısında sessiz kalmayan Millwall işçileri, bir  Thames ( West Ham kurucu tersanesi) işçisini döverek öldürmüşlerdir. Bunun sonucunda ülke çapında gündeme gelen ve yıllar boyunca bitmeyecek bir kin ve nefretin tohumları atılmıştır.

Daha sonra ise 1 yıl aradan sonra West HAm'ın sahasında oynanan bir maç öncesi meşhur Green Street adlı caddede iki taraftar grubu karşı karşıya gelmiştir ve 3 polis 7 taraftar hayatını kaybetmiştir.Bu durum Millwallular için kazanılan maçtan daha önemlidir çünkü 5 West Ham taraftarını öldürmüşlerdir.

Millwall taraftarı halk tarafından katil, polis tarafından başbelası, Scotland Yard'a göre Avrupa'nın en tehlikeli taraftar oluşumu, Demir Lady Margaret Thatcher tarafından ise hayvan olarak adlandırılmıştır.

2003 yılında karşılaştıkları lig maçından önce meydana gelen olaylar sonucunda ölen 3 West Ham taraftarı ile birlikte öncekileri de hesaba katarak, Millwall taraftarı üzerinde 8 yazan tşirtler yaptırmıştır. West Ham taraftarı ise 1920 yılındaki greve laf atarak 'katil işbirlikçiler' yazılı pankartlar açmıştır.

TAŞ ORMAN


Çin'in güney karst görünmleri adı altında dünya mirasları listesinde bulunan taş orman, Çin'in güneybatısındaki YunNan eyaletine bağlı Shilin Yi Özerk bölgesinde yer almaktadır. Yüzlerce kilometrekare genişlikteki alana dağılan, rüzgar, su ve erozyonun yarattığı sayısız büyüklü küçüklü kaya topluluğudur. 12 kilometrekarelik alandan oluşan  Taş Orman Parkı ise dünyanın en büyük karst bölgesidir. 400'den fazla gezi güzergahı ve 200'den fazla manzara noktasına sahip olan Taş Orman Parkı doğal bir labirenttir aynı zamanda.

Parkta 'Nilüfer Tepesi' , 'Kılıç Havuzu' gibi oldukça tanınmış manzaraların yanı sıra tepeleri seyretme kulesi olarak da adlandırılan bir platform bulunmaktadır. Bu platformdan doğal güzellikleri tüm ihtişamıyla kuş bakışı olarak izleme şansı doğuyor.



Dünyadaki karst bölgelerin özelliklerinin bir arada toplandığı bir yerdir aynı zamanda Taş Orman. Kılıç biçimli kaya parçaları, kule biçimindeki kaya parçaları, mantar biçimindeki kaya parçaları gibi pek çok çeşit vardır. Bu çeşitliliğe bakılarak dolaşırken bir yerde kendinizi Küba'da, biraz ilerledikçe ise İspanya'da hissedebilirsiniz.

EN BÜYÜK ASAL SAYI


17 milyon 425 bin 170 basamak. Evet bu sayı bugüne kadar bulunan en büyük asal sayının boyutunu açıklıyor. 2008 yılında keşfedilen 12 milyon 978 bin 189 basamaklı sayı, Missouri Üniversitesi'nden matematikçi Curtis Cooper tarafından keşfedilen yeni sayıya rekorunu teslim etti.

Cooper 2 üzeri 57.885.161 eksi 1 olarak tanımlanan sayıyı asal sayıları bulmaya adanmış devasa bilgisayarlar avının sayesinde buldu.

Cooper'ın keşfettiği sayı Mersenne Primes olarak bilinen Mp= 2p-1 formülüyle tanımlanan nadir asal sayılar kümesinin 48. sayısı oldu.Tarihte ilk olarak Fransız keşiş Marin Mersenne tarafından kullanılan bu formül aracılığıyla bu güne kadar 48 adet nadir asal sayı bulmuştur. Ancak  bu sayıların çok daha fazla olduğuna inanılmaktadır.