Her ne kadar 'itiraf' sözcük anlamıyla başkalarınca bilinmesinde sakınca görülen gerçekleri gizlemekten vazgeçme söylemi olarak tanımlansa da, bunun yeterli bir tanım olduğu söylenemez. Kimi durumlarda yaşanılan pişmanlıklardan, kimi zaman çaresizlikten ya da mecburiyetten ya da uygulanan fiziki işkencelere dayanamayarak itiraflarda bulunulur. Ancak bütün bu itirafların ifade edildiği biçimiyle olmadığını da belirtmek gerekir.
Tarih boyunca despotların ve hükümranların pis, karanlık dünyalarında yaşananların ve olup bitenlerin itirafları hep benzer olmuştur. Kirli emellerini ve sahte yüzlerini gizlemek için gerçekleri çarpıtarak yapmışlardır. Ancak, bunlar beyhude çabalardan öteye gitmemiştir. Her defasında gerçeğin çarpıtılamayacağını tarih bizlere göstermiştir. Tarihte bunların sayısız örneklerini görmek mümkündür. Ancak, bizim üzerinde durmamız gereken günümüzde yaşanan gerçekleri anlama yönünde olmalıdır.
İletişim teknolojisindeki gelişmenin bilgi çağını başlattığı doğrudur. Bu açıdan bakıldığında herhangi bir sorun yoktur. Lakin, bunun kimin elinde ve nasıl kullanıldığıyla ilgilidir. Bundan dolayı aslında yaşanan, gerçekte bir anlamda bir iletişimsizliktir de. Bilgi çağında, bilgi, iktidarını ortaya çıkarmakta ve güçlendirmektedir. Egemenin ideolojisi ve elbette onun yönlendirici terörüyle, ahlaksızlığın yükselen kesintisinde, insani kriterlerin her alanda rafa kaldırılarak, her şeyin zincire vurulduğu böylesi karanlık tabloda, 'neden?' diye soran, eleştiren, itiraz eden, 'hayır!' diyen insanlar tutuklanmakta ve namlunun ucunda olmaktadır. Böylelikle egemenlerin topluma ve bireye enjekte ettiği öznel idealizmle, insanlık, toplumsallığını yitirmenin eşiğine getirilmiştir. Michel Foucault'un deyimiyle 'Karanlıklara çekilen modern iktidar herkesi bireyselleştirmek istemektedir. Bireyselleştirerek kontrol altında tutmak ve cezalandırarak da egemen olmak istemektedir, iktidar her yerdedir ve modern iktidar büyük gözaltıdır.' Kapitalist iktidarın bu büyük gözaltısı ile yabancılaştırılan milyonların maymunlaştırıldığı, köleleştirildiği bir sistem ile yalan imparatorlukları kurulmakta ve egemenliklerini her anlamda sürdürmektedirler.
Toplumun ve bireyin üzerinde uygulananı sadece bu kültür emperyalizmi ile tanımlamak, kuşkusuz yeterli olmayacaktır. Kültür emperyalizmi kavramının yanına kültür endüstrisi ve onun asli unsuru olan 'egemen medya düzeni'ni, baskılarını da eklemek gerekir. Herbert Schiller'e göre 'medya iletişim düzeni, uluslararası sermaye gruplarının küresel hegemonyalarının ifadesinden başka bir şey değildir.' Medya eliyle egemenler, kendi ideolojilerini yaygınlaştırmakla kalmayıp sömürülerini daha kolay ve kabul görecek bir tarzda sürdürebilmek için gerçekleri saptırarak ve gizleyerek bütün insanlık değerleriyle oynamakta, bu temelde bireylerin duygu, düşünce ve inançlarını etkileyerek onları adeta robotlaştırmaktadırlar.Egemenlerin elinde bir canavara, bir savaş saldırı makinesine, bir yalan manipülasyon aracına dönüştürülen medya, bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılıp, tekelci sermaye iktidarlarının doğrudan baskı aygıtları olarak kullanılmaktadır. Çağımıza damgasını vuran bir medya ve onun en etkili aracı olan görüntü kültürünün tiranlığı ile gerçek dışı bilgi verme ya da yalanı gerçek gibi gösterme sanatının uzmanı olan kapitalist medta, bu anlamdaki rolünün gereğini her zamankinden daha fazla yerine getirmektedir. Bu egemen medya ile koşullandırılan insanlar 'budalalştırılarak', manipülasyon süreci tam istim çalışarak insani değerlerin erozyonuna yol açılarak, gerçeğe ve yaşama dair ne varsa yasadışı ilan ediliyor, terörize ediliyor ya da hiçleştiriliyor. Özü itibariyle, sistematik bir biçimde hiçleştiriliyor, bencilliği, bireyselliği geliştiriyor.. Tam da K. Marks'ın dediği gibi ' Kapitalizm, sermaye birikimine tekabül eden bir sefalet birikimi yaratır. Bu yüzden, bir kutupta servet birikimi, diğer kutupta, yani kendi ürününü sermaye şeklinde üreten sınıfın tarafında, sefaletin, yorgunluğun ve bezginliğin, köleliliğin, bilgisizliğin, zalimliğin, akli yozlaşmanın birikimi ile aynı zamanda olur.' Günümüzde tüm çıplaklığıyla yaşanan bu gerçekliği ters-yüz etme çabaları bütün araçları ve güçleriyle egemenler tarafından yürütülmektedir. Ama, 'güneş balçıkla sıvanmaz...'