23 Temmuz 2013 Salı

YERYÜZÜNÜ GÜZELLEŞTİRMEK İÇİN DÜNYAYA GELEN FUTBOLCU

LASZLO KUBALA






" O, Pele'den daha iyiydi. Sahada her zaman olması gereken yerde bulunur, iki ayağını birden kullanabilir, topa bir çok forvetten daha iyi kafa vurabilir ve 90 dakika boyunca aynı performansı sahaya yansıtırdı.

                                                                                                                                    Alfredo Di Stefano

Aktif futbol yaşamı süresince 3 farklı milli takımın formasını giymeyi başarmış olan, futbolseverler tarafından Maradona'dan, Pele'den, Zico'dan, George Best'ten daha büyü futbolcu seçilen, Barcelona'ya hayat veren bir adam.

Kubala 10 Haziran 1927'de Slovak bir anne ile Macar bir baba tarafından Budapeşte'de dünyaya getirilmiştir. İşçi bir ailenin çocuğu olan Kubala, futbolla 10 yaşında okul takımında tanışabilmiştir. Fakat maddi sıkıntılar yüzünden 2 sene sonra okulunu bırakıp çalışmaya başlamak zorunda kalmıştır. Ancak o futbol o zamanlar hayatın her kesitinde yer alan bir heyecan olduğu için, çalıştığı fabrikanın da üçüncü ligde mücadele veren bir futbol takımı vardır. Ganz. 18 yaşına kadar Ganz forması giyen ve bu dönemde dikkatleri üzerine çekmeyi başaran Kubala genç milli takımlarda forma giymiştir. 18 yaşında dönemin Macar efsanesi olan Ferenvaros takımına transfer olur.

Ferenvaros takımında başarılı bir sezon geçirdikten sonra askerlik konusu yüzünden ülke dışına çıkmak zorunda kalmıştır. Dönem şartlarına göre oldukça yüksek bir ücretle Slaven Bratislava takımına transfer olmuştur. Fakat yeni takımında dikiş tutturamamıştır ve geçen iki yılın sonunda Macaristan'a geri dönmüştür. Ancak o dönmeden bir yıl öncesinde ülkesinde komünist devrim gerçekleşmiştir. Komünist rejimden hoşnut olmayan Kubala, bir kamyon arkasında Viyana'ya kaçmıştır. Lakin askerlikten kaçtığı ve ülkeyi izinsiz terkettiği için Macar futbol federasyonu tarafından ömür boyu men cezasına çarptırılır. 

Cezası yüzünden peşinden koşan çoğunluğu İtalyan takımı olan bir çok kulübün listesine girmesine rağmen sadece amatör olarak futbol yaşantısını sürdürebilmiştir bir süre. Daha sonra araya FİFA'nın girmesiyle cezası bir seneye düşürülmüştür. Bunun üzerine bir çok futbolsever tarafından halen yüzyılın en iyi takımları arasında gösterilen Torino teklif götürmüştür Kubala'ya. Kubala teklifi kabul etmiştir ve Benfica ile oynanacak karşılaşma için kafileye katılacağını söylemiştir. Ancak oğlunun rahatsızlanması üzerine son anda kafileye katılamamıştır. Bu olayda bir trajedi vardır, çünkü o katılamadığı kafilenin uçağı düşmüştür ve kazadan sağ çıkan olmamıştır, yüzyılın takımı vefat etmiştir.


Bu kötü olay sonrasında cezası halen devam eden Kubala kendisi gibi cezalı futbolcularla birlikte bir takım kurarak İtalya'da özel karşılaşmalar yaparlar. Hatta daha sonraları ülkedışına çıkarak Real Madrid, İspanya milli takımı gibi takımları yenerek Kubala iyice dikkatleri üzerine çekmiştir ve ilk olarak Real Madrid takımından teklif almıştır. Kubala bu teklife yanıt vermeyerek bekletmiştir, dönemin Real Madrid başkanı Santiago Bernabeu da transferin üzerine pek düşmemiştir. Diğer yandan da Barcelona da Real Madrid sempatizanı olan Genaral Franco ile yakın ilişkisi olan Jose Samitier'i devreye sokarak transferi bitirmek adına önemli adımlar atmıştır. Sonucunda da Kubala Barcelona'ya takım tarihinin en pahalı transferi olmuştur. Fakat Kubala için Barcelona ya da Real Madrid farketmiyordu.

Kubala Barcelona ile başarıdan başarıya koşmuştur. Bunun üzerine Franco devreye girerek Madrid'e Di Stefano, Gento ve Landeta'yı getirmiştir. Bunun üzerine Madrid arada yaptığı diğer önemli transferlerle lige 5 yıl ambargo koymuştur. Bunun üzerine bu sefer devreye Kubala girerek Kocsis, Czibor gibi isimlerin gelmesini sağlamıştır ve Barcelona Madrid ambargosunu kaldırmıştır.

Başarılarla dolu fulbolculuk kariyerinin ardından teknik adamlık görevine başlamıştır, Barcelona genç takımında. Daha sonraları Barcelona a takımı, Espanyol, Malaga, İspanya Milli Takımı ve Paraguay Milli Takımında teknik direktörlük yapıp bir çok başarı elde etmiştir.


1999 yılında Barcelona'nın yüzüncü yılında en iyi futbolcunun seçildiği, taraftarlar arasında yapılan ankette Maradona, Cruyff  ya da Rexach seçilebilmiştir. Anket sonucunda Kubala en iyi futbolcu seçilmiştir ve bunun sonucunda Nou Camp'a bir heykeli dikilmiştir.


2 Temmuz 2013 Salı

YÜZYILIN ŞAKASI !


Çoktandır bakamadığım sitelerde gezinirken gördüm, fakat inanamadım habere. Yüzyılın hatta insanoğlunun en büyük adımlarından biri olan Ay'a yapılan ilk insanlı yolculuk esnasında toplanan numuneler 40 yıldır kayıp bir şekilde bir depoda duruyorlarmış. Milyarlarca doların harcandığı böylesine büyük bir projede, nasıl böyle bir sorumsuzluğun yaşandığını hayretle okudum.

Haberin içeriği ise şu şekilde;

Apollo 11 görevinde Ay'a ayak basan ilk insan olan Neil Armstrong ve ekip arkadaşı Buzz Aldrin tarafından toplanan Ay tozu, 40 yıl sonra California'daki Lawrance Berkeley Ulusal Laboratuvarı'nın deposunda ortaya çıktı.

Laboratuvar yetkilisi Karen Nelson, yaptığı açıklamada, 'Ay tozunun nasıl depoya geldiğini bilmiyoruz ' ifadesini kullandı.

Space.com'un haberine göre, Nelson, depoda havası boşaltılmış paketler içinde tutulan 20 cam tüp bulduğunu, tüplerin yanında da 1971 yılında 'Proceedings of the Second Lunar Science Conference' dergisinde basılan bir makale yer aldığını belirtti. Makalede, tozların Apollo 11 ve Apollo 12 görevlerinde toplanan Ay tozu olduğu belirtiliyordu.

Makalenin yazarlarının California Üniversitesi'nin Uzay Bilimleri Laboratuvarı'na mensup akademisyenler olduğu belirtildi. Bu isimler arasında yer alan Nobel Ödüllü kimyager Melvin Calvin, Ay ortamının Dünyalı bakteriler tarafından, Dünya'nın ise astronotların dönüşünde Ay'ın olası zehirli içerikleri tarafından zehirlenmesini engellemek için çalışmıştı.(Alıntıdır.)




İÇİMİZ YANIYOR

PİSLİK TIRMALAYICILAR

Yirminci yüzyılın ilk on yılında Amerika'da ortaya çıkan, özel sektör ve siyaset dünyasındaki pislikleri toplumun bilgisine sunmayı sorumluluk edindikleri için 'pislik tırmalayıcıları', 'muckrakers', adı verilen gazeteciler kuşağı...

Pislik tırmalayacıları, türlü hilelerle karlarına kar katan petrol devlerini, bozuk ürün satarak halkın sağlığını bozan gıda ve ilaç tekellerini,borsa spekülatörlerini, ırk ayrımcılığını teşhir etmeyi gazeteciliğin 'sine qua non'u yani olmazsa olmazı olarak görüyorlar ve Amerika'yı uzun süre çalkalayan haberler yazıyorlar, gazetecilik bu dönemde en prestijli meslek konumundadır. Emperyalist bir güç olabilmenin gerekleri arasında ülke içindeki çelişkileri yumuşatmanın da bulunduğuna inanan 'ilerici' başkan Ted Roosevelt, muckraker gazetecilerin gün ışığına çıkardıkları skandallara duyarsız kalamıyor ve tekelleri dizginlemeye dönük düzenlemeleri yürürlüğe koyuyor. Pislik tırmalayıcılar döneminde basın, iktidarı frenleme ve ülke politikalarını biçimlendirme anlamında dördüncü kuvvet olarak ortaya çıkıyor. Demek ki, basının bir kuvvet olabilmesi için tekeller ve siyaset dünyasındaki pislikleri açığa vurması ve hepsinden önemlisi muhalif olması zorunludur.

Ara sonuç, patronu fabrikasını kurduğu için cam şişe kullanmanın yararlarını saymakla bitiremeyen medya kalemşorlarıyla, örneğin o dönemin en büyük petrol tekeli Standard Oil Company'nin çevirdiği dolapları yazan Ida M. Tarbell'in meslektaş olduğunu hayal etmek bile mümkün değildir.

Muckraker gazetecilerin sonu da oldukça öğreticidir. ABD'nin ilk büyük emperyalist açılımı olan I. Dünya Savaş'ına katılma kararını alan 'muhafazakar' başkan Woodrow Wilson, casusluk ve fitne yasalarını yürürlüğe koyuyor. İşçi örgütlerinden radikal gazetecilere, pasifistlere değin savaş karşıtı muhalefetin tamamı casusluk suçlamasıyla ve astronomik ceza istemleriyle karşı karşıya kalıyor. Tahmin edilebileceği gibi, casusluk suçlaması sadece bir örtüdür, gerçekte kriminalize edilen savaşa ve savaşı destekleyen tekellere karşı yürütülen bir muhalefettir. Amerika'da tekellerin iktidarı pekişirken, tekellerin skandallarını yazan gazeteciler kuşağı casusluk suçlamalarıyla eziliyor ve bir daha dirilmemek üzere ölüyor.

Amerikan tarihindeki bu epizotla, bugün Türkiye'de yaşadığımız olaylar arasındaki benzerlikler çarpıcıdır. Ülkemizde, bir yandan aydın muhalefeti terör yasalarıyla kriminalize edilirken, diğer yandan bütün geleceklerini islamo-despotik rejime bağlamış büyük sermayedarların özel mülkiyetindeki basın, iktidarın gönüllü kölesi olmaktan gayet memnun görünmektedir.


(-Şu Karayılan röportajlarını yasaklamamız gerekmez mi ? - Böyle saldırılar sonrasında bizden nasıl bir yayın yapmamızı talep ediyorsunuz? Bir gazeteci bunları soramaz, sormamalı!)